Etiket arşivi: Japonya

Japonya Adası Biz Geldik !

Hayatını planlı ve organize yaşamayı seven insanlar bazen de çok spontan aksiyonlara geçerler. Ben de özellikle gezmek, görmek konusunda anlık kararlar vermeyi seviyorum. 2024 yılı Ocak ayındaki Kore, bu yıl da Haziran’da Japonya’ya gerçekleştirdiğimiz geziler, aylar öncesinde ama bir anda alınan uçak biletleri ve yapılan otel rezervasyonları ile gerçekleşti. Her iki ülkeye de internet üzerinden hızlıca yapılan ülkeye giriş için başvuru ve kabul süreci bu coğrafyalara yönelik seyahat motivasyonumu arttıran ana etken olduğunu da söylemeliyim.

Geçen yıl Kore seyahatimiz üzerine yazı yazmamıştım. Bu yıl aynı hatayı yapmayacağım. Japonya gezimizi fotoğrafları ve videoları ile arşivleyeceğim. Hemen bitmeyecek, uzun bir yazı olacak. Bu yolculukta klavyem, zihnim açık, motivasyonum yüksek olsun diliyorum.

Ben 2016 yılında Japonya’ya Japonya devletinin bursiyeri olarak AOTS Enstitüsü’ne eğitim almaya gitmiştim. Ancak eğitim Osaka’daydı. O süreçte Kyoto, Nara’ya gidebilmiştim ama Tokyo’ya gidecek ne zaman ne de arkadaş bulamamıştım. Japonlar da eğitimin gidiş dönüş sürecinde çok disiplinli olduğu için Tokyo içimde bir sıkıntı veren kanca olarak hep takılı kaldı. Bu seyahat sayesinde kocaman kancayı çıkartacaktım …. mı?

Not: Bu yazıda yediğimiz, içtiğimize değil sadece gezip gördüğümüze dair içerik paylaşmayacağım. Damak lezzetleri tecrübesi, keyfi bize kalsın. 

Japonya seyatimiz 23 Haziran’da başladı. MyTrip uygulamasını kullanarak aldığım Güney Çin Havayolları ile Guangzhou aktarmalı gerçekleşen uçuşumuzun (1 saat aktarma için bekledik) iniş noktası Narita Havaalanı idi. Narida Havalimanı’nda, 8 yıl önce bana Osaka Havalimanı’nda soğuk terler döktüren, hiçbir yerde İngilizce yazı, işaret görememe sıkıntısının olmadığını görmek beni bayağı sevindirdi. Havalimanından otelimize çok yakın olan Tokyo İstasyonu’na gitmek üzere trene bindik. 45 dakika kadar süren yolculuk boyunca Yaprak uyudu, bense cama yapışmış bir şekilde geçtiğimiz ormanlık arazi arasına serpilmiş duru yaşam alanlarını, evleri, seyrek de olsa fabrikaları izledim.

Yaprak Kore’de olduğu gibi Japonya’da da cep telefonuyla bütün tren, metro biniş-iniş akışımızı yönetti, bilet aldı, kapıları buldu. Sanırım seyahatlerimizin benim için en büyük lüksü Yaprak’ın ulaşım konusundaki hatasız kılavuzluğu oldu. Dijital Z kuşağının X kuşağından farkını bana çok net yaşattı 😀 . Tokyo metro sisteminin hizmet kalitesiyse tek kelime ile mükemmeldi. Şehrin altını bir örümcek ağı gibi sarmış olan sistemle istediğiniz her yere kolaylıkla ulaşabildik.

Bu arada 9 günlük seyahate fotoğraftaki çantayla gittik. Alışveriş yapacağımızı öngörerek yanımızda çok temel ihtiyaçlarımızdan başka bir şey almadık. Otelimiz Ginza’daydı. Ginza, Nişantaşı+Maslak+Bağdat Caddesi kıvamında bir bölge. Bütün dünya markalarının çok katlı mağazaları, yüksek katlı iş merkezleri, Tokyo Forum, şık restaurantların olduğu çok geniş, uzun bir cadde ve onu kesen sokaklar. Konaklama konusunda farkında olmadan isabetli bir tercih yaptığım için sevindim. Otelimizin yanında yer alan 7/11 market zincirindeki ATM’de hemen dolar bozdurabilmek de yine otelimizin konumu sayesinde yaşadığımız çok büyük bir kolaylık oldu.

Otele eşyalarımızı bırakır bırakmaz soluğu metroda aldık. Yaprak Suica metro kartlarımızı aldı, yüklemelerimizi yaptı ve Taksim gibi 24 saat hareketli olan Shinjuku’ya gitmek üzere ilk trene atladık. Shinjuku’nun renkli, hareketli havasını 360 derece çekim yansıtabiliyor. Videonun başında, yol kenarında bekleyen meşhur Anime kızları da görebilirsiniz.

Shinjuku’da Yaprak çok merak ettiği Don Quijote zincirinin Tokyo’daki sanırım en büyük mağazasını buldu ve 15 kat içinde kayboldu. Türkiye’de Don Quijote ile ilgili ‘her şey 1TL’ gibi bir algı var. Pek öyle değil. Her fiyat aralığında ve kalitede ürün bulmak mümkün. Alışveriş yapacağımızı bildiğimiz için büyük bavulu Japonya’dan alırız diye düşünmüştük. Nitekim %100 Japon malı olan (bütün dünya gibi Japonya’da da ürünlerin çoğunlukla menşei Çin) bavulumuzu Don Quijote’den çok beğenerek aldık.

Ve elbette bir Shinjuku fenomeni dev 3D kedisi. Tokyo’da buna benzeyen farklı yerlerde dev oyuncak yerleştirmeler var. Bir süre sonra insanın gözü onları da seçmez oluyor. Uçuşumuzun gecesinde yorgunluktan adeta baygın şekilde kendimizi otelemize attık ve deliksiz uyuduk. İlk gecemizden anladım ki, Don Quijote’den mümkün olduğunca uzak durulacak 🏴‍☠️

Tokyo’da geçirdiğimiz bu ilk saatler geldiğimiz coğrafyanın yaz aylarına dair bize çok net bir gerçeği yaşattı: nem. Özellikle ikinci gün Edo İmparatorluk Sarayı Bahçesi ve Meiji Tapınağı’nı sağanak yağmur eşliğinde gezmek bana göre büyüleyici Yaprak’a göre bir azaptı.

Sarayın bahçesinde askerler için kışla, gözetleme kulesi gibi yapıları, sur dibini dolaştık. Ben bol bol bitki ve çiçek fotoğrafı çektim. Bu arada bahçe çok büyüktü ve biz elinde bahçenin haritası olduğunu farkettiğimiz, yukarıdaki videoda arkamdan geçen iki Alman kadının peşine çaktırmadan takıldık. 🤭

Tokyo’da ilk gezdiğimiz Meiji Tapınağı tek kelimeyle muhteşemdi. Meiji Dönemi (1868–1912), Japonya’nın feodal samuray düzeninden modern ulus-devlete dönüşümünü başlattığı dönem. Bu süreçte ülke hızla sanayileşmiş, Batı’nın bilim, teknoloji ve kurumlarını benimserken, imparatorluk merkezli güçlü bir devlet yapısı kurulmuş ve Japonya, kısa sürede Asya’nın en güçlü sanayi ve askeri gücü haline gelmiş. Abdülhamit devrinde Japonya Osmanlı Devleti için de bir rol model olmuş.

Ülke Meiji döneminde Batı’ya açılmayı batılı zevkler çerçevesinde de yaşamış. Batının üzüm şarap fıçılarının karşısına Japon pirinç şarabı fıçılarını yerleştirerek dostluğu ve kültürel alışverişi çok şık sembolize etmiş Japonlar.

Japonya’da Saray ve tapınaklara bir kaç istisna dışında giriş ücreti alınmıyor. Ancak aşırı turist akımından dolayı müze veya etkinlik merkezlerinde ciddi kuyruklar oluştuğunu, bu nedenle önceden biletleri ayarlamanın faydalı olacağını İstanbul’da okumuştum. Klock uygulamasından aldığım toplu giriş paketi sayesinde Tokyo’da gezmek istediğimiz noktaların hiçbirinde beklemeden içeri girebildik. Ayrıca Shinkansen hızlı tren biletlerimizi, Kyoto’da tek günlük şehir turumuzu da Klock uygulaması üzerinden satın aldım. Klock uygulaması gerçekten Japonya’da hayatımızı çok kolaylaştırdı.

İkinci günün öğleden sonrası Yaprak’ın Birleşmiş Milletler Üniversitesi’ni görmek istemesi bizi şehirin cadde ve ara sokaklarında bayağı gezdirdi. Böyle dolaşmalar turistlerin olmadığı ‘gerçek’ Tokyo’yu hissetmek açısından güzeldi. Peki üniversiteyi bulduk mu? Evet 👇😀

Bu arada hayatımda gördüğüm en küçük, sevimli, değişik köpeklerin bulunduğu bir evcil hayvan sahiplenme merkezinin önünden geçtik. Dakikalarca dükkanın içindeki köpeklere baktık. Japonya’da sokakta köpek gezdiren insana nadiren rastladık. Gördüğümüz köpeklerin çoğu minicikti. Eğer köpek sokakta ihtiyacını giderirse sahibi elindeki torba ve sprey ile köpeğinin kakası ve çişini temizlemesi gerekiyor. (neden kırmızı ile yazdım? çünkü yaşadığım mahallede çok fazla evcil hayvan besleniyor ve sokaklar köpeklerin açık tuvaleti haline dönüşmüş olup ‘çiş’ kokusundan yürünmez halde)

İkinci günümüzün sonunda Tokyo’yu gece yukarıdan görelim dedik ve 451 metre yüksekliğindeki Tokyo Skytree’ye  çıktık. Manzara müthişti. Biz ise yorgunduk, kuleden inişte metroya atladık otelimize döndük.

Tokyo’yu sadece gece tepeden görmek yetmediği için, üçüncü gün bir de gündüz keşfimizi yapalım diyerek bu sefer Shibuya’daki, Tokyo Sky’a gittik. Bu arada Shibuya, Shinjuku gibi şehrin turist çekim merkezlerinden, yeme içme, alışveriş ve eğlence anlamında geniş alternatifleri olan bir bölge.

Videodan da görebileceğiniz gibi Tokyo metropol yönetimi ve kentleşme adına gram çarpıklık göremeyeceğiniz bir şehir. Metropolde yaşamayı seven biri olarak Tokyo beni yaşam standartlarının yüksekliği adına adeta rehabilite etti diyebilirim. Düşünebiliyor musunuz, şu şehirde 7-8-9 derecesinde deprem oluyor ve tek bina yıkılmıyor … Ağlamak istiyorum ülkem adına, İstanbul adına 🥺

Ayaklarımızı tekrar yere bastıktan sonra bu sefer dijital sanatları tecrübe edeceğimiz Teamlab Borderless’a gittik. Etkinliğin içinde bulunduğu Mori, Tokyo’nun en yüksek ofis binası. Etkinlik labirent gibi, çok yüksek tavanlı birbirine açılan hollerden oluşuyordu ve her holde farklı dijital sunumlar vardı. En hoşuma giden ziyaretçileri de gösterinin bir parçası haline getiren akvaryumdu. Bize boyattıkları deniz hayvanlarını akvaryumda yüzer hale getiren teknoloji ile rengarenk bir şölen izledik. Yaprak’ın Türk bayrağı balığı ve benim deniz atım yan yana geldi. Bu ayrıca çok hoş oldu çünkü hole ayrı zamanlarda girmiştik. İçimden “Aaaaa kim boyamış ki bu Türk bayrağını?” dedim, Yaprak çıktı. 😂

 

Mori binasında bir de güzel tesadüf ve komik gelişme yaşadık: Dünyaca ünlü, benim yaş grubumun Heidi çizgi filmi ile bildiği Studio Ghibli’nin sergisi. Biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya sergiye girdik. Gezdik, fotoğraflar çektik. Tam dışarı çıkacağız kapıda duran adam hışımla yanımıza geldi. Biz hiçbir şey anlamadık. Adam bizi içeri yanlışla bıraktığını, bizi görevli zannettiğini söyledi. Sergi daha açılmamıştı ve kısa süre sonra sergiye dair bir çekim ve röportaj yapılacaktı. Bizi kibarca dışarı davet etti. Bizse gülerek ne kadar şanslı olduğumuz adama söyledik ve sergi salonunu hemen terk ettik.

Peki Tokyo’da mimari olarak beni “Ooo bu da nesi?” diye en çok şaşırtan yapı hangisi oldu? Azabudai Hills Garden Plaza A-B-C kompleksi. Yaprak’ın “Hadi anneeeee” haykırışlarına rağmen sağına soluna bakarak bayağı vakit geçirdim. Sonrasında araştırdığımda da bu kompleks ve arkasındaki yüksek binanın 2024 yılında 32. Dünya Çevre Ödülü’nü aldığını okudum.

Dördüncü günüzün başında otelimizin bulunduğu Ginza’daki ünlü Kabukiza Tiyatrosu’na gittik. Kabuki, onyedinci yüzyılda doğmuş bir halk tiyatrosu.

Biraz abartılı üslup­lu performansları, göz alıcı ve süslü kostümleri, ayrıca bazı oyuncuların yüzlerine uyguladığı ayrıntılı kumadori makyajıyla tanınıyor. Kabuki performansı izleyemedik ama kostümlerini görebildik.

Kabuki Tiyatrosundan sonraki duraklarımız birbirinden çok farklı mimariye sahip biri Budist, diğeri Şinto olacak şekilde iki tapınaktı.

İlk olarak Tsukiji Hongwanji Tağınağı’na gittik. 1931-34 yılları arasında inşa edilen ve tipik Japon tapınaklarından çok farklı bir mimarisi olan Tsukiji Hongwanji’nin tasarımında eski Hint Budist yapılarından esinlenilmiş.

İkinci gezdiğimiz bir Şinto tapınağı ise Kanda’ydı. Bu tapınağın hikayesi ilginç. Yaklaşık 1300 yıllık geçmişi olan Kanda, Daikokuten (zenginlik ve bereket), Ebisu (balıkçılar ve şans) ve Taira no Masakadı (tarihi bir samurayın ruhu)’ya adanmış. Günümüzde tapınağa özellikle iş insanları, bilişim sektörü çalışanları ve anime/manga hayranları gidiyormuş.

Japonya’da Budist ve Şinto tapınaları arasındaki fark nedir? Japonya’daki Budist tapınakları (tera), Hindistan kökenli Budizm’in Japonya’ya girmesiyle kurulmuş, genellikle meditasyon, öğreti ve atalara dua etme mekânlarıdır. Şinto tapınakları(jinja) ise Japonya’nın yerli inancı Şinto’ya aittir ve doğa ruhlarına (kamu) adanmıştır. Budist tapınaklarında genellikle heykeller (Buda veya bodhisattva figürleri) bulunurken, Şinto tapınaklarında kutsal kapılar (tori⛩) ve doğa unsurları (ağaç, taş, su) öne çıkar. Kısaca, Budizm ölüm ve ruhani öğretiye daha fazla odaklanırken, Şinto daha çok yaşam, bereket ve doğayla uyuma vurgu yapar.

Tapınağın çıkışında rastgele ilerledik ve görmüş olduğunuz merdivenlerden aşağı inerek ‘bakalım bu sokak bizi nereye götürür?’ boşvermişliği ile ilerledik. Karşımıza ‘her güne bir dönerci‘ sloganımızı bozmayacak şekilde oldukça büyük bir döner dükkanı çıktı. Sokak da sakin olduğu için tezgaha yanaşıp elinde bezi, tezgahını silen Diyarbakırlı adamla sohbet ettim. Japonya’dan memnunmuş, yılda bir memlekete ailesine gidiyormuş. Japonlar döner seviyormuş. “Hayırlı işler” diyerek biz yönümüzü bir sonraki keşif noktamız Akvaryum Sanat Müzesi’ne çevirdik.(Art Aquarium Museum)

Müzenin farklı salonlarında cam, aksesuar, su, ışık ve sis oyunlarıyla kurgulanmış akvaryumları gezmek büyüleyiciydi. İlerleyen günlerde minyatürlerini gördüğümüz balıkların büyükleri ile Kyoto Botanik Parkı’nda karşılaşacağımızı da o zaman bilmiyorduk.

Müzeden sonra İstanbul’un Eminönü Çarşısı kıvamındaki Ameyayokocha’ya gittik. Pazara girmeden önce aşağıdaki fotoğrafı çektiğim mekanda yemek yedik. Sonrası …

İşte burası balıktan, ayakkabıya, züccaciyeden konfeksiyona ne ararsanız bulabileceğiniz, Beşiktaş Balık Pazarı civarındaki gibi mekanlarda ucuz yemek yiyebileceğiniz açık bir pazar. Dükkan çığırtkanlarına kadar Türkiye’den bir farkı yok. Açıkçası ne Yaprak’ın ne de benim pek ilgimi çekmeyen muhitte biraz dolandık sonra yönümüzü Ueno’ya, Tokyo Ulusal Müze’ye çevirdik.

Ulusal Müze gezmek benim bir ülkede yapmayı en sevdiğim faaliyetlerden. Bir ülkenin tarihi ile buluşmak, onu hissetmek, anlamaya çalışmak müthiş keyif veriyor insana. Tokyo Ulusal Müzesi de gerçekten özenle seçilmiş parçalarla ulusal tarihini yalın bir şekilde sunuyor  ziyaretçilerine.

Müzenin özenli arka bahçesinde ise tipik bir Japon köy evini ve incelebiliyor, bahçesinde de gezebiliyorsunuz.

Müze çıkışında çok yorulduğumuz için kendimizi Starbucks’a attık. Amacım, 2016’da Japonya’ya geldiğimde verdiğim tutarla bugünü kıyaslamaktı. 2016 yılında Japonya Türkiye’den %40 pahalıydı. Aradan geçen 8 yılda gördüm ki, Türkiye’de biz şu anda global markayı Japonya’dan %30 pahalıya tüketiyoruz. Üzücü 😒

Kahvelerimizi içip dinlendikten sonra benim aklımda Kraliyet Müzesi’ni gezmek vardı. Ama Yaprak “Anne” dedi ve önünden geçmekte olduğumuz ‘Ueno Hayvanat Bahçesi’ gösterdi. “Tamam” dedim.

Ancak içeri girdikten sonra sevimsiz bir sürprizle karşılaştık. Panda, aslan, kaplan, zebra, gergedan, goril, timsah, ayı gibi büyük hayvanların görüş saati bitmişti. Panda zaten hastaymış. Peki biz ne gördük? Fili kapalı alanında uzaktan, pelikan-kuş-maymun-penguenleri ve bir umum küçük, minik, mikroskobik hayvanı camekanların gerisinden … olduğu, ortaya çıktıkları kadar.

Gün boyu çok yürümüş, çok yorulmuştuk. Ertesi sabah da 07:00 Shinkansen hızlı treni ile Kyoto’ya hareket edeceğimizi düşünerek akşam yemeği yemeden otelimize döndük. Otelin hemen yanındaki hayat kurtaran 7/11’dan atıştırmalık bir şeyler aldık, sonra yatıp uyuduk.

Ertesi sabah erkenden bavullarımızı alıp Klock üzerinden satın aldığım Shinkansen/Nozomi hızlı tren seferine yollandık. (hızlı trende 3 farklı hızda servis veriyor, biz en hızlısını aldık) Tokyo İstasyonu dev gibi olduğu için hızlı trene giden güney kapısını önceden keşfetmiştik. Sıkıntısız şekilde 07:00 seferindeki cam kenarı yerimizi Fuji Dağı’nı görebilecek şekilde aldık. Ancak sis görüşü kapatmıştı, dönüş yolunda da açıkçası dağ aklımın ucundan dahi geçmedi.

Japonya’nın 1000 yıllık eski başkenti Kyoto’ya benim ikinci ziyaretimdi. Tokyo veya Osaka gibi modern, yüksek binaların, metro ağının ve milyonlarca insanın dinamizmini barındıran bir şehir olmadığını sekiz yıl önce tecrübe etmiştim. Ama ne olursa olsun aradan onca yıl geçmişti, acaba bir şeyler değişmiş miydi? İstanbul da binlerce yıllık bir şehir ne de olsa … 2016’dan bu güne .. gerisini yazmıyorum, aklımdan geçenleri tahmin edebilirsiniz.

Hayır, hiçbir şey değişmemişti.

Kyoto’da yüksek binalar yasak. Sadece iki ana metro hattı var. Şehirin ana caddelerine açılan dar sokaklar iki-üç katlı eski veya modernize edilmiş müstakil evlerin hakimiyetinde. Apartman tipi yapılar sadece ana caddeler üstünde var. Yürüyüş yaptığınızda iki üç yüz metrede bir karşınıza ya bir tapınak, ya bambu bahçesi/ormanlık alan veya bir bedestanın çıkıyor. Kyoto ve diğer eski başkent Nara’da insanın sürekli içinden dar sokaklar arasında kaybolmak geliyor. Çünkü her köşeyi döndüğünüzde göz alıcı bir başka sürpriz güzellikle karşılaşıyorsunuz. Ah, o sürprizler … ancak kaybolarak bulunabilir, aynen hayatın kendisi gibi.  

 

(devamı gelecek)

Korona Günlüğü, Gün 81, 10 Haziran 2020

Bizden 6 saat ileri olan Japonya ile yürüttüğüm proje çerçevesinde sabah 06:30’da ayakta ve çalışmaya hazırdım. Toplantı sonrasında tam gün sürecek Habitat Kariyer Planlama Eğitimime başladım.

Eğitimden sonra uzun yıllardır çalıştığım şirketin Temmuz ayında başlamasını planladığımız koçluk & mentorluk programı güncellemesi ve video eğitim içerik dokümantasyonunu yaptım.

Sabah 06:30’da başlayan mesaim 19:30’da bitti. Hemen evden fırlayıp annemle babamı görmeye gittim. Yaprak da oradaydı. 3 aydır ilk defa birlikte yemek masasına oturduk. Sohbet ettik, güldük. Özlemişim.

.

Geçen hafta sonu bir araştırma yaparken HBR – Harvard Business Review Youtube kanalının yeni bir video serisini buldum: HBR Türkiye Perspektifinden.

HBR Türkiye’nin editörü Serdar Turan’ın sunumunda dergide beğeni toplamış makalelerin içeriklerinin paylaşıldığı seriye bayıldım. Nisan ayından bugüne 10 adet makale incelemesi yapılmış. Ben beş tanesini dinledim. Size de tavsiye ederim.

.

The Washington Post – 10.6.2020 Korona Virüs Dünya Raporu (Toplam Vefat – Toplam Vaka ve ilk 23 ülke )

Japonya’da Eğitim – 3 / Başlıyoruz

JCMP

24 Şubat – 10 Mart 2016 tarihleri arasında Japonya’nın Osaka kentinde HIDA tarafından düzenlenen “Japon Kurumsal Yönetim Programı”nı başarı ile tamamladım.

Şık bir cümle.

Programı tamamlamış olmak büyük mutluluk. Gerçek mutluluk ise program sürecinde öğrendiklerim, yaşadıklarım, gördüklerim ve tanıştığım birbirinden değerli, akıllı, tecrübeli insanlar.

Kitap okuma performansı iyi bir kişi olarak ummadığım kadar zengin ve orijinal eğitim içeriği ile karşılaştığımı yazmalıyım. Bu ve bu yazımı takip eden birkaç paylaşımımda Japon kurumsal yönetim yaklaşımlarını hem yapısal, hem de insan kaynakları yönetimi boyutu ile aktarmaya ve analiz etmeye çalışacağım.

Eğitim İklimi ve Katılımcı Profili

Japonlarla daha önce çalışma tecrübesine sahip olduğum için eğitimin ilk günü bizlere tanımlanan disiplin kurallarına hiç şaşırmadım.

Program koordinatörümüz Yusuke Takeuchi şu sözleri tatlı tatlı gülerek söyledi:

Sizler bu programa Japon halkının ödediği vergiler ile geldiniz. Sizlerden isteğimiz, bu fedakarlığın farkında olmanızdır.

Lütfen eğitimden faydalanacak şekilde eğitimi takip edin, kurallara uyun, eğitim sürecinde verilecek sunum ve okuma ödevlerini yapın, eğitime aktif şekilde katılın.”

Japonlar yabancılara ve birbirlerine karşı çok zarif insanlar ve görüldüğü gibi gerektiği yerde de çok netler.

Sınıfımız, 10 ülkeden gelen (Hindistan, Sri Lanka, Pakistan, Meksika, Makedonya, Bangladeş, Sudan, Endonezya, Tayvan, Türkiye), 3’ü kadın, toplam 17 katılımcıdan oluşuyordu.

IMG_1586Katılımcıların 10’u kendi aile şirketlerinin üst kademe yöneticileri idi. 7 katılımcı ise profesyonel üst düzey yönetici sıfatı ile yer alıyordu. (Genel müdür, fabrika müdürü, planlama direktörü gibi) Ben Logo Yazılım’ın İK Danışmanı olarak ikinci grupta idim. Kısacası katılımcı kalitesi ve yaş ortalaması bir hayli yüksekti. Eğitimin ikinci günü mini proje/sunum takımlarına ayrıldığımızda, Sudan, Sri Lanka, Endonezya ve Türkiye’den oluşan takımımız Kartallar’ın en genç üyesi bendim. (Fotoğraf: Akşam yemeği sonrası ilk sunum olan 5S için çalışıyoruz, yaş ortalamamız 50)

Eğitim İçeriği

Eğitim, sekiz ana başlık, şirket ziyaretleri/online seminer, iki mini proje çalışması ve sunumu ile bol bol günlük okuma ödevlerinden oluşuyordu.

Ana başlıklar;

1. Japon Yönetim Ruhu
– Şirket ziyareti, Panasonic, Matsushita Müzesi ziyareti

2. Temizlik Alışkanlığı ve Yönetimi – 5S
– Şirket ziyareti: Hiraoka Hyper Tools (Toyota’nın kıyaslama/benchmarking yaptığı şirket)
– 5S mini proje çalışması ve sunumu
– Denizaşırı online şirket semineri: Hirdaramani Group, Sri Lanka

3. Amoeba Yönetimi
– Kavram ve uygulama egzersizleri
– Şirket ziyareti: ACTEC (el yapımı aliminyum, ‘terzi yapımı’ çanta üreticisi)

4. Gelenesel Yönetim ve Japon Aile Şirketleri
– Şirket ziyareti: Takenaka İnşaat (Japonya’nın 5. büyük inşaat şirketi, %100 aile şirketi, ilk dörtte yer alan inşaat şirketleri halka açık)

5. İnovasyon ve İnsan Kaynakları Yönetimi

6. Yeni Ürün Geliştirme ve Tedarikçi İlişkileri

7. Hibrit Yönetim Sistemi Kurmak

8. Yüksek Performanslı Bilgi Paylaşım Modeli Yaratmak ve Yönetmek

– Toyota vaka analizi / video

9. Final Sunumlar

(devam edecek)

 

Önceki yazılar:

Japonya’da Eğitim – 1 

Japonya’da Eğitim – 2 

 

Japonya’da Eğitim – 2

Asia-Japan-Osaka

Japonya Ekonomi Bakanlığı’na bağlı HIDA‘nın açtığı eğitime kabul edildiğimi öğrendikten sonra ilk refleksim, birkaç kelime dahi olsa Japonca’yı öğrenmek yönünde oldu. Sonrasında ikinci adım olarak, bildiğimi parlatma, yani iş İngilizcemi pekiştirme çalışmasına başladım.

Kabul mesajından birkaç gün sonra, sürecin devamı olarak doldurulacak dokümanların zarfı ve bir de ödev mesajı geldi. Mesajda bizlerden Max Weber’in Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabı okunmamız isteniyordu. Ödevin amacı, kapitalizme bireyselci yaklaşan batının ana disiplini olan protestan iş ahlakı ile, kollektivist doğunun Zen – Budist felsefesini eğitim sürecinde kıyaslayabilmemizi sağlayacak entellektüel alt yapıyı bizlerde oluşturmaktı. Bu arada, her ne kadar HIDA bizden talep etmese de, ben iki tane de zen, budizm ( Meraklılar İçin Budizm – Zenju E. Manuel, Buda – Jane Hope, Borın Van Loon) üzerine kitap bitirdim.

Osaka

Bu arada elbette Japonya hakkında da iki kitap almayı (Japonya – Bülent Demirdurak, Japonya – Berlitz) ihmal etmedim. Hafta sonlarımız serbest zaman olacağı için kendime turistik gezi planı yaptım. Hedefim, eğitimin gerçekleşeceği Osaka ile tarihi şehir Kyoto‘yu olabildiğince iyi dolaşmak. Tokya, tarihi zenginliği kısıtlı, bir gökdelenler şehri olarak vaktim kalırsa gitmeyi planladığım üçüncü nokta olarak listede yerini aldı.

23 Şubat – 10 Mart arası gerçekleşecek Japonya eğitim seyahatimin başlamasına 24 saat kala bayağı heyecanlı olduğumu söyleyebilirim. Eğitimin içeriği, tanışacağım insanlar, göreceğim yerler ve bambaşka bir kültürün havasını 15 gün boyunca soluyacak olmanın beni çok geliştireceğini, bir detoks görevi göreceğini düşünüyorum.

Planım, mümkün olduğunca çok görselle eğitim sürecimi Kaynağım İnsan’a hızla taşımak. Belki bu sayede, başka meraklıların da Japonya’ya gitme girişiminde bulunmasını sağlayabilirim. HIDA’nın eğitim süreçleri ile ilgili Türkiye sorumlusu Tayfun Çaylan ile her an bağlantıya geçebilirsiniz. Kendisi bundan çok mutlu olacağını sürekli vurguluyor. E-posta adresi [email protected] 

Şimdilik burada kesiyorum ve bir sonraki yazımı Japonya’dan en kısa sürede sizlere ulaştırabilmeyi istiyorum.

(Devamı gelecek)

Önceki Yazı:

Japonya’da Eğitim – 1 

Sonraki Yazılar:

Japonya’da Eğitim – 3 / Başlıyoruz

Fotoğraf 1: Osaka Kalesi
Fotoğraf 2: Osaka

 

 

Japonya’da Eğitim – 1

HIDA

Varlığından iki yıl önce haberdar olduğum ve hemen kurcalamaya başladığım HIDA – Denizaşırı İnsan Kaynakları ve Endüstri Gelişim Kurumu, Japonya Ekonomi Bakanlığı’na bağlı bir eğitim merkezi. Kurumun odağı, üretim sanayi, yalın üretim teknikleri ve yalın üretim ile bağlantılı yönetim sistemleri.

HIDA’nın Türkiye sorumlusu Tayfun Çaylan’la etkili kurduğumuz diyalog geçen iki yıllık süre zarfında meyvelerini verdi. 2015’in sonbahar aylarında HİDA’nın resmi web sitesinden tepe yöneticiler için, iki haftalık uygulamalı program olarak açılan Amoeba Yönetim Sistemi Eğitimi’nin içeriğini okuduğumda çok heyecanlandım. Kendi kendime “İşte bu” dedim.

1996 yılında, Ankara’da Japonya devletine ait JICA (Japan International Cooperation Agency) ile Tekirdağ Liman Fizibilitesi Projesi’nde altı ay çalışmış ve Japonların çalışma kültürlerinden çok etkilenmiştim. Şimdiyse bu Uzakdoğu devinin çalışma yöntemlerini en merkezinden öğrenme fırsatını yakalayabilirdim.

Başvuru yapabilmem için gerekli koşulları Tayfun Çaylan’dan öğrenip, kendisinin referansını aldım. İkinci önemli desteği 2015 yılından itibaren İK proje danışmanlığını yürüttüğüm Logo Yazılım verdi. İK ve idari işlerden sorumlu icra kurulu üyesi Esra Akar ve icra kurulu başkanı Buğra Koyuncu’ya buradan tekrar teşekkür ederim.

Başvuru sürecinde beni en çok terleten konu HIDA’nın “neden bu eğitime katılmak istiyorsun?” sorusuna cevap vermek oldu. 197 ülkeden başvuru alan HIDA, sadece 22 kişilik kontenjanla açtığı programda aynen işe alımdaki gibi “neden seni seçelim?” diye soruyordu.

Amoeba Yönetim Sistemi üzerine yaptığım incelemelerden sonra soruyu üç madde şeklinde cevaplayarak başvuru formunu Japonya’ya gönderdim ve beklemeye başladım.

Sonuçların 21 Ocak 2016’da bizlere e-posta ile iletileceği başvuruda belirtilmişti. Nitekim 21 Ocak sabahı saat 09:30’da posta kutuma Japonca harflerle bir e-posta düştü. Çok heyecanlandım. Bir süre sadece ekrandaki Japonca yazılara baktım. Sonunda derin bir nefes alarak e-postayı açtım, bütün yazılar arasında ekranda ilk gördüğüm kelime “accepted” oldu.

Ve içimde koca bir patlama …

Kalabalık yerde bulunduğum için bağıramadım ama mutluluktan dolmuş gözlerle, yumruk yaptığım elimi deliler gibi ısırdığımı yazabilirim.

Defalarca “teşekkür ederim, teşekkür ederim, teşekkür ederim … ” diye haykırdım yüreğimden.

Sonrası ise Japonya ile yazışmalar, ödevler ve yolculuk için hazırlık …

(Devamı gelecek)

Devamı- Japonya’da Eğitim – 2

Japonya’da Eğitim – 3 / Başlıyoruz